SELÇUKLU VE OSMANLI KÜLTÜRÜNÜ BARINDIRAN, BİLGİ DOLU MEVLEVİ DERGAHININ YER ALDIĞI ŞEHİR : KONYA

Şehirlerin kendilerine has özelliklerinin yanında, aslında çok iyi bildiğimizi sandığımız noktaların üzerine de biraz daha ısrarla yürüyoruz. Farklı bir yeri gezerken ki amacım sosyal bir aktivite gibi gidip dolaşmak değil, o kültür öğelerinin şehir içerisinde nasıl rol oynadığını da anlamak. Hz. Mevlana ve Mevlevi felsefesini anlamak  bu konuya verilecek en iyi örneklerden biri. Kime sorsanız “Evet orada Mevlana var” diye söze başlarlar; ama şehri ne kadar analiz ettikleri konusunda şüphe ederim doğrusu. Gezmesi zevkli ama anlatması kolay olmayan bir şehir Konya. Çok fazla ayrıntı 
barındırıyor içinde.

                                                               Konya Tren İstasyonu

 Gezeceğim yerleri bulurken çok zorlandın mı sizce? Cevabını çok rahat hayır olarak verebilirim. Tren istasyonundan Mevlana Müzesine şehir içinden yaklaşık yarım saat süren bir yürüyüş yapacaksınız.  Eğer amacınız sadece  Mevlana müzesini görmekse, atlayın otobüse hemen bulursunuz. İçerisinde Selçuklu ve Osmanlı mimarisinden birçok örnek bulunan bu şehri her zaman ki gibi bıkıp usanmadan yürüyerek dolaştım. 

                                                      Merkezde bulunan Atatürk Anıtı

 Mevlana müzesine varmadan önce büyük  ve turistlerle dolu bir alandan müzenin yer aldığı avluya doğru yol almanız gerekecek. Mevlana müzesinin yer aldığı avluda Mevleviliği çok iyi özetleyen ayrıntılar mevcut.  Mevlana Müzesi  Hz.Mevlana’nın  17 Aralık  1273’te  vefatı üzerine , bir  yıl sonra  Selçuklu  sarayından Alameddin Keyser ve Selçuklu  Emiri Süleyman Pervane ’nin karısı Gürcü Hatun tarafından Tebrizli Bedreddin ’e  yaptırılmıştır. Dört fil ayağı üzerinde yükselen türbenin üç tarafı açık, üst örtüsü dıştan dilimli olup çinilerle kaplıdır. Hz. Mevlana etrafında gelişen Mevlana Dergahı’na  Osmanlı Padişahlarından Yavuz Sultan Selim Şadırvan, II.Selim  Semahane ve Mescid, III. Murat Derviş hücreleri ile Matbahı yaptırmıştır. Selsebil, Şeb-i Aruz Havuzu gibi su yapıları ile avlusunda  Hürrem Paşa, Sinan Paşa, Hasan Paşa, Mehmed Bey ve Fatma Hatun türbeleri bulunmaktadır. 


 


 Mevlana müzesini  ziyaret etmeden önce gireceğiniz büyük avluda Mevleviliği çok iyi anlamanızı ve kavramları görsel olarak da canlandırmanızı sağlayacak odalar mevcut.  Tilavet odası Mevlevi Dergahının açık olduğu dönemde dervişlerin Kuran-ı Kerim okudukları bölüm. Hz.Mevlana’nın türbesinin bulunduğu alana giriş bu odadan yapılmaktadır. Giriş kapısının üzerinde yazan ahşap kafes benzeri alınlıkta altın varakla yazılmış “Ya Hazreti Mevlana” ile Mevlevilerin çok sevdikleri Molla Cami’nin söylediği “ Bu makam aşıkların Kabesi oldu, buraya eksik gelen tamamlandı” yazılı levha bulunmaktadır.



 Bu odaların içerisinde döneme ait birçok eşya ile karşılaşacaksınız. Benim en çok dikkatimi çeken, incelemeye vakit ayırdığım ıhlamur ağacından yapılmış olan Zikir Tesbihi oldu. Tesbih 1489 tanedir ve imamesinde yer alan önemli kitabe , siyah mürekkeple yazılmış olup, Topkapı Sarayında yetişen ağaçlardan yapılıp Mevlana Dergahına gönderildiği bilgisi yer almaktadır. Tesbihin imamesi ve nişaneleri  Mevlevi Sikkesi şeklindedir.

                                                             1489 taneden oluşan Zikir Tesbihi



 Bu odaları ziyaret ederken bazılarını daha önce duyduğumuz bazılarını ise yeni göreceğimiz kavramlar karşımıza çıkacak. “Çelebi ” kelimesini daha önce çoğumuz duyduk ve Osmanlı şehzadelerine verilen isim olarak biliyoruz. Bunun yanında  “Çelebi” kelimesi Mevlevilikte Mevlana soyundan gelenlere verilen isimdir, Mevlana’yı temsil eden makama da “Çelebilik” adı veriliyor. Okurken zorluğunu hissettiğim bir kavram var : Hücrenişin.  Mevlevilikte bin bir günlük çilesini tamamlayan dervişe ,dede ünvanı veriliyor ve bir hücre tahsis ediliyor. Hücreye yerleşen dedeye aynı zamanda Hücrenişin deniliyor. Hücrenişin olmadan önce Nevniyaz adı verilen derviş on sekiz farklı hizmeti tamamladıktan sonra (matbah merkezli ayakçılık, kandilcilik, bulaşıkçılık, pazarcılık gibi) kendisine hizmetinin bittiği ve hücreye çıkacağı bildiriliyor. Nevniyaz o akşam abdestini alıp, üzerindeki matbah tennuresini çıkarıp, derviş elbisesini giyerek matbahta saka postuna oturuyor. Akşam yemeği matbahta yendikten sonra da dua edilerek, on sekizli şamdan uyandırılıyor ; tarikatçı dede ve ya aşçı dede’nin çektiği gülbang ile hazırlanan odaya götürülen  Nevniyaz, Hücrenişin oluyor. Hücrenişin olduktan sonra yine bu kişileri bekleyen ilk sefer kadar  uzun olmasa da gerçekleşecek bir süreç  daha var. Hücre sahibi derviş, ilk üç gün zaruri ihtiyaçlar dışında hücreden, sonraki 18 günde dergahtan dışarı çıkamamak kaydıyla hücre çilesine girermiş. Dervişler  tamamladıkları süreçlerin ardından Nevniyaz olarak başladıkları yolculuk sonunda Mevlevi Dedesi olarak isimlendiriliyorlar. Dergahın son hücrenişi Ankaralı Mehmed Dedeymiş. Bu bilgiyi de dergahı ziyaretimiz sırasında öğrendik. 

                                        Mevlevi Dergahının avlusunda abdest alınan çeşme

 Odaların içerisinde belki ilginç gelebilir ama posta çantası, fermanlar, kıyafetler, Mevlevi sancağı, Mevlevi musikisine ait birçok eşya göreceksiniz. Mevlevi musikisini icra eden heyete  “mutrıb”  adı veriliyor  ve ney, kudüm, rebab ve halile esas olan müzik aletleri. Aşçı Dede ve Türbedar gibi Dergahtaki önemli iki makamı da yazımızda dile getirmeden geçemeyiz. Aşçı Dede dergahın tüm işlerinden sorumlu, gelir gider dengesini düzenleyen, Mevlevilik tarikatinde  dervişleri eğitip, terbiye edip manen pişiren ve olgunlaştıran kişidir. Dergahta görevli olan Türbedar mevkisinin önemini Çelebi Efendi’nin bile giremediği Hz.Mevlana’nın kabrinin yanına girmek ve oranını hizmetini görmek olduğunu vurguladığımda ne denli önemli bir mevki olduğunu anlayabiliyoruz. Avluyu gezerken matbah içerisine girip görsellerle zenginleştirilen bu mekanda mutfak işlerinin ne şekilde gerçekleştiğini de görebilirsiniz. Mevlevilik hakkında bu denli zengin bilgileri avlu içerisinde ulaşmamız mümkün ve Mevlana müzesi içerisinde de Hz.Mevlana ve yakınlarının türbelerini görerek, yıllarca ismini duyduğumuz Hz.Mevlana’yı  burada ziyaret edebiliyoruz. Böylesine bilgi dolu ve güzel bir gezi Mevlana Dergahını ziyaret etmek. Hz.Mevlana’yı ziyaret edip dergahla ilgili gerekli bilgileri aldıktan sonra sıra Osmanlı ve Selçuklu mimarisi yapıların peşine düşmeye geliyor. Konya’ya ayak bastığım anda elime aldığım harita da yaklaşık 48 türbe bulunuyor. Türbe bakımından son derece zengin bir bölge.

                                        Mevlevi musikisinin esas müzik aletlerinden Kudum


 Benim ise çok fazla dikkatimi çeken ve ziyaret ettiğim üç büyük ve güzel cami var. Bunlardan ilki hemen Mevlevi Dergahı’nın yanında yer alan  Sultan Selim Camii ile birlikte Şerafettin Camii ve Hacı Veyiszade Camisi  Konya’da  kesinlikle önünde fotoğraf çekilmeniz gereken mükemmel mimari örnekleri. Sultan Selim Camii ‘nin inşasına II.Selim’in Konya Valiliği zamanında başlanmış, hükümdarlığı  döneminde tamamlanarak babası Kanuni Sultan Süleyman’a armağan edilmiş. Mimar Muzafferin eseri olan 16.yüzyıl Osmanlı Mimarisi örneği olan bu caminin hemen yanına 1795 yılında Yusuf Ağa Kütüphanesi eklenmiş.

                                                 Mevlevi Dergahı ve Sultan Selim Cami

 Yapımı Sultan Selim Camiinden daha önceki  dönemlere denk gelen  12. YY’da  Selçuklu büyüklerinden Şeyh Şerafettin Mesud  tarafından yaptırılan, Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından onarılan Şerafeddin Camii ise tamamı yıkıldıktan sonra Memi Bey tarafından 1636 yılında Osmanlı tarzında yeniden yaptırılmış.


Şerafettin Camii

 Hacı Veyiszade Camii de Konya’da uğramanız gereken görsel olarak muazzam güzelliği sahip camilerden bir tanesi. Konya’da park yapılanması çok iyi şekillenmiş. Bu cami de havuzlarla yeşilliklerle şekillenmiş bir parkın arka tarafında yer alıyor. Kafa dinlemek isteyeceğiniz ve ya benim gibi gezerken etrafı detaylıca süzmek için oturacağınız çok sayıda mekan mevcut.

Hacı Veyiszade Camii


                                                      Konyanın Parklarından bir görünüm



 Dinlenmek demişken tabii ki de Konya da Alaeddin Tepesi’ni  sizlere anlatmadan olmaz. Bu tepe de hem Selçuklu dönemine ait tarihi bir yolculuk yaparken bir yandan da  çok yüksek olmasa da güzel bir tepede çay içme keyfine sahip olacaksınız. Alaeddin Tepesinde yapımına  Selçuklu Sultanı I.Rükneddin Mes’ud döneminde başlanmış, 1221 yılında Sultan I. Alaeddin Keykubat döneminde tamamlanan Alaeddin Camii ile karşılaşacaksınız. Cami hakkında edindiğim  bilgilerde vurgulamam gereken  özel kısımlar var. Bu özel bilgiler arasında Ahlatlı Usta Mekki Bin Berti tarafından yapılan abanoz ağacından yapılan 1155 tarihli minberin Selçuklu dönemi ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olduğu vurgulamam gerek; diğer bir özellik ise caminin tek şerefeli minaresinin de Sultan II. Abdülhamid döneminde yapılmış olduğudur.

                                                Alaeddin Tepesinde yer alan  Alaeddin Camisi



 Caminin arka tarafında ise ziyaret edebileceğiniz avlu içerisinde iki tane türbe yer alıyor. İlki, türbenin gövde kısmında Selçuklu Sultanları,  I.Mesud, II.Kılıçarslan, Rükneddin Süleyman, I.Gıyaseddin Keyhüsrev,  I.Alaeddin Keykubad,  II.Gıyaseddin Keyhüsrev, IV. Kılıçarslan ve III. Gıyaseddin Keyhüsrev’e ait  çinili mezar sandukalarının yer aldığı II. Kılıçarslan Türbesi.  1197 yılında Sultan II.Kılıçarslan tarafından yaptırılan II.Kılıçarslan türbesi  ongen planlı şeklinde olup kesme taştan yapılmış olan türbenin üzeri pramidal  külah  ile örtülmüş. Tanıdığımız çoğu Şelçuklu Sultanına ait mezarlar bu cami avlusunda bulunan türbede yer alıyor.

                                        II.Kılıçarslan Türbesi Alaeddin Camisi Avlusu
                                   
 Avluda yer alan ikinci türbe ise; bitmemiş Selçuklu Sultanları Türbesi olarak da isimlendiriliyormuş. İçerisi boş ve çatısı da yok. Rivayete göre içerisine konulacak zat Konya dışında ölünce bu türbenin de yapımı yarım kalmış ve çatısı da yerleştirilmeden bırakılmış. 

                                                 Bitirilmemiş Selçuklu Sultanları Türbesi

 Şehirde ayrıca bisiklet kiralama gibi güzel de bir uygulama gerçekleştirilmiş.  Pek çok noktada karşılaşacağınız bu manzara ile sizin isteğinize kalmış olarak isterseniz Konya turunuzda bisiklet kullanma gibi bir şansınızda var.  Tabi o kadar gezdik, ne yemeli diyenler içinde “ Tahminimce çoğunuz zaten biliyordur!” tabii ki de “Etli ekmek” yiyebilirsiniz. Bende Etli ekmeği biliyordum fakat yapılış şekline göre Etli ekmek, Bıçakarası ve Mevlana şeklinde isimlendirildiğini orada öğrendim. Siz zahmet etmeyin garson arkadaşımız turist olduğunuzu öğrenince karışık bir buçuk porsiyon size güzel de bir sunum yapar.

Konya'nın meşhur lezzeti Etli Ekmek


 Uzun uzadıya güzel ilimiz Konya’yı bu şekilde anlatabilirim. Dediğim gibi gezmesi güzel fakat bu kadar güzel ayrıntıyı yazıya dökmek pek  kolay olmadı. Selçuklu ve Osmanlı tarihinin yanı sıra Mevlevi Dergahını ziyaret edip, anlamanız için umarım sizlere yardımcı olan bir yazı ortaya çıkmıştır. Püf noktaları es geçmeyip, yoğunlaşmayı unutmayın, görüşmek üzere...


                                             











                                          





























                                                                                         















                  



































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder